Sanat, hakimiyet kurmak için değil, keşfetmek için yaratılır. Bizim sanat anlayışımızda keskin ve sivri hatlardan ziyade yumuşak geçişler, sakin dokular ve şeffaf görünümler ön plandadır. Başlangıçta, kusursuz tasarımlar ve estetik zirveler arayışı içinde, sınırlar net ve gözle görülür alanlarla belirlenmişti. Tıpkı ülkelerin birbirinden ayrıldığı sınırlar gibi, bir alandan diğerine geçişler hızlı ve belirgin değişimlere sahne oluyordu. Renkler parlak olsa da canlılıkları eksikti. İnsanlar, ellerindeki cihazlarda kesintisiz kontrol sahibiymiş gibi görünüyordu. Ancak ortamda bir soğukluk ve donmuşluk hissediliyordu; zamanla her şeyin, teknikle önceden oluşturulmuş donmuş nesneler olduğuna inanmaya başladınız. Zaman ilerledikçe, bu anlayışın karşısında daha özgür ruhlu bir inanç doğdu. Sert ve keskin hatlar yerini yumuşak geçişlere, sakin kavislere bıraktı. Donmuş görüntülerden kurtulmak, beraberinde altın oranların sıcaklığını getirdi. Şeffaf pencereler, kutucuklar ve barlar etrafta belirdi. İnsan gözüyle net ayıramayacağınız sınırlar ve kavisler, ilk bakışta elde etme arzusunu yansıtmıyor gibiydi. Ancak bunlarda başka ilham kaynakları gizliydi. Kusursuz dizayn ve teknik, kendini keşfetmeye bıraktığında muhteşem eserler ortaya çıkarıyordu. Daha da ileride, bu eserler keşfedilmeye hazır olacak kadar büyüleyiciydi. Sert ve donmuş görünümler, geçici hakimiyet kurma çabalarının yerini, daha rahat ve doğal hislere bıraktı.
altın oran = 1,618
İlkemiz, sadeliğin aydınlattığı minimalizmden uzaklaşan bir sanat anlayışını benimser. Keskin geçişler, hatlar ve köşeler istemiyoruz. Onlarda göze hoş gelen orantılar ve geçişler olduğuna inanmıyoruz; sınırlar bir anda değişiyor ve gözü yoruyor. Oysa gün batımındaki aşamalı renk değişimleri gibi sade ama canlı renkler bizim için gerçek bir zevk kaynağı. Gözlerimiz yorulmuyor, geçişleri ve sınırları keşfediyoruz. Gerçek dinamizm ve canlılık, kişisel keşiflerden sonra gelir. Bütün bunları önemsiyoruz ve basit işler olarak görmüyoruz. Birbirleriyle uyumlu, muhteşem ürünler ortaya çıkarmak, tekniği sanata yedirmekle mümkün oluyor. Yalnızca tekniğe odaklanıp güzelliği ve estetiği buna sığdırmaya çalışmak, boş bir hakimiyet kurma çabasından başka bir şey değil. Bunun yerine, öncelikle bir sanat eseri ortaya koymak, birbirini muhteşem oranlarla takip eden sade fakat göz alıcı ürünler hayal etmek ve üretmek, ardından tekniği buna göre inşa etmek bizim inancımızdır. Gözlerimiz sadeliği sever. Bu sevgi, çölü ve denizi de içine alır. Orman gibi sınırların olmadığı, keşfedilmeye veya içinde kaybolmaya hazır yerleri de severiz. Ancak dört duvar arasında kalmak veya asansör kullanmaktan nefret ederiz; çünkü keşfedilecek bir yer ya da derin bir sükunete ulaşabileceğimiz alanlardan uzaktırlar.
İlkelerimizin özü budur: Gözün uzak durduğundan uzak durmak ve onun bulmayı sevdiği yerleri inşa etmek. Muhteşem şeyler böyle ortaya çıkıyor, çünkü arkalarında sağlam bakışlar ve derin duygular var.
Sanatımız, hakimiyetin ötesinde bir keşif yolculuğudur. Yumuşak geçişler ve sakin dokularla, donmuş görüntülerden sıyrılarak altın oranların sıcaklığını kucaklıyoruz. Gerçek dinamizm ve canlılık, kişisel keşiflerin ardından gelir. Tekniği sanata yedirmek, sadece estetiği değil, aynı zamanda ruhun derinliklerindeki güzellikleri ortaya çıkarır. İşte bu yüzden, sade fakat göz alıcı eserler yaratıyor, keşfetmenin ve hissetmenin gücüne inanıyoruz.