başkalarını rakip olarak görmenin getirdiği sorumluluk ve takıntılar bence kişiyi gerçekten odaklanması gereken şeyden uzaklaştırıyor. çoğunlukla insanın yaşamı boyunca aklında kalan anılar ve olaylar, bir şeyi sırf o şeyin kendisi için yapıldığı zaman ortaya çıkıyor. buna örnek olarak müzik söylemek, bir sanat eseri inşa etmek veya muazzam bir ürün ortaya çıkarmak söylenebilir. bu şeyleri sırf o şeyler için yaptığımızda aslında zaman kavramı ortadan kalkıyor ve yaptığımız şeyle sanki bütünleşiyoruz gibi. önce yapmayı tasarlıyoruz, ilham veya düşüncelerle dolu bir gemide yol alıyoruz ancak hedefi aslında biz değil, altımızdaki deniz belirliyor. bu yüzden bence en büyük ve yüce eserler, anılar ve kahramanlıklar yapan kişi ile yapılan şey bütünleştiğinde ortaya çıkıyor. bu ikisi bir araya geçiyor çünkü aralarında onları ayıran sınırlar, kesin çizgiler yok. bu yüzden onları fethedemezsiniz, onlara ulaşmak için onları keşfetmelisiniz.
büyük iskender
büyük iskender muhtemelen tüm zamanların en büyük kralı çünkü onu bir askerden veya seyyahtan ayıramazsınız. yaptığı bütün işler, yolculuklar ve fetihler sırf hedefin kendisi için değil, aslında yolun kendisi için yapıldı. pers topraklarını fethedip yüzünü daha doğuya döndüğü zaman hindistan kıtasına ulaştı. orada fillerle dolu ordularla çarpıştıktan ve zorla da olsa hydaspes savaşıın kazandıktan sonra - neredeyse ölüyordu - yüzünü dünyanın öteki tarafına çevirdi: sonsuz bilinmezliğe, okyanusa. ancak askerleri ve komutanları yıllar süren zorlu savaşlardan ve yurt özleminden dolayı geri dönmek istediler. iskender başlangıçta daha da doğuya sefer yapmak istese de bu arzusunu gerçekleştiremedi ve geri dönmek zorunda kaldılar. ancak bu noktada farklı düşünmek lazım. artık iskender için daha doğusu diye bir yer gerçekten var mıydı? bence yoktu çünkü daha önceden yeterince doğuya gidilmiş ve doğu fethedilmişti. aslında tam bu noktada ortadan sınırlar, bilinen sözler ve taktikler kalkıyor, yeni bir gerçeklik doğuyor. iskender eğer devam etseydi onun adım attığı her yol yeni bir doğu olacaktı. ancak muhtemelen bunu iskender’den daha iyi gören yoktu ve bu yüzden daha ileri dönemediler. dönüş yolculuğunda iskender o kadar sinirlendi ki askerlerini pers ülkesinin güney’indeki gedrosia çölünden geçirdi, daha iyi yollar bulunabilirdi ancak o bir nevi ceza vermeyi tercih etti. bu olayı anlatmayı seviyorum çünkü iskender’in artık bu noktada herhangi bir rakibi yok. darius’u yendi, kabileleri yendi, satrapları dize getirdi. sınırların kalktığı yerde ise kendisinden başka rakibi var mıydı? yoktu ancak kendisini yenemedi. yine de bu, kendisini sadece bir kral olarak anmamızı gerektirmiyor bence. o aynı zamanda bir seyyahtı. kendisinin gerçek anlamda bir rakibi olmadığı için yüzyıllar sonra bile çok farklı kültürlere, dinlere sahip insanlar bile onu ulu birisi olarak gördüler.
müslümanlar onun için iskendername’ler yazdılar ve hatta zülkarneyn ile özdeşleştirdiler, caesar(sezar) ispanya’da erken dönemlerinde roma adına görev yaparken iskender’in heykeli önünde ağlayıp onun gibi biri olamadığı için kendini ayıpladı ve dahi niceleri için her zaman en zirvedeki kral olarak görüldü. iskender hint okyanusu sınırlarında eski dünyaya ait sınırlar kalkmışken eğer gerçekten ordusu için de eski dünya zihniyetini yok edebilseydi, yani kendi askerlerini yok edebilseydi daha farklı biçimde yeniden doğabilirdi. elbetteki bu şeyler hakkında kesin konuşmaktan kaçınmak lazım, bu yüzden ihtimak içeren cümleler kullanıyorum. benim burada amacım aslında iskender hakkında küçük bir tarih anlatmak değil, onu örnek vererek ilk baştaki yoluma geri dönmek. gerçekten rakibi olan birisi uzun vadede neyi kazanabilir? birilerini rakip olarak görmek aslında kazanmak ve kaybetmek sonuçlarından birini vermiyor mu? bizim amacımız bir şeyi kazanmak veya kaybetmek mi yoksa onu sürdürmek mi? en başta bir şeyleri sırf o şeylerin kendisi için yaptığımızda gerçek zevke ulaşıyoruz demiştim. rakibi olan birisi yaptığı işleri gerçekten o şey için mi yapıyor? iskender neden bu kadar büyük, bütün fetihlerini fethin kendisi için yaptığından dolayı değil mi? darius onun gerçekten rakibi miydi yoksa aşması gereken bir tepe miydi? rakibi olan insanlar kendilerine sınırlar oluşturuyorlar. bu sınırlar görünür mü görünmez mi, etkisi nasıl olur bilmem ancak sınırların olduğu yerde neyi nasıl keşfedeceğiz? sınırlar ya aşılır ya da olduğu yerde kalır, böyle olan bir yapı gerçekten bünyesinde sonsuzluk ve yücelik içerir mi? bence içermez. bu yüzden aslında bir rakip oluşturmaya, onlara göre de zaferler hayal etmeye gerek yok. aşmamız gereken bir şey varsa kendimiz olmalı. yok etmemiz gereken ve yeni bir üretim sonucunda ortaya çıkması gereken bir şey varsa o da kendimiz olmalı.
steve jobs ve ekibi müzik piyasasını ipod ile baştan aşağı değiştirip kendilerini bu alanda bir numara yaptılar. bütün piyasa bundan etkilendi ve eğer müzik üreticisiyseniz apple ile anlaşma yapmanız sizin için daha karlıydı. böyle bir ortamda steve jobs kendi fenerini söndürmek zorunda kaldı çünkü gelmesini tahmin ettiği gelecek geçmişten daha büyüktü. böyle bir zamanda ne yapmak gerekir? rakipler bulup rakiplerden daha büyük fenerler mi üretmek gerekir yoksa ortama, gelmesi muhtemel olan geleceğe göre etrafı aydınlatacak bir şeyler mi tasarlamak? ben şahsen ikincisini destekliyorum. steve jobs da sanırım ikincisini uygulamış olmalı ki bugün wozniak ile kurduğu şirket pek çok ülkeden daha büyük. ancak bunu yapmak için kendi ürünü ipod’u öldürmek zorunda kaldı ve onun yerine iphone üretildi. eğer burada sınırlara, her zamanki metotlara veya rakiplere takılıp kalsaydı ne olurdu? belki ipod piyasasını zorla yaşatmaya çalışarak geleceğini fethetmeye çalışırdı. ancak doğru olacak biçimde geleceği keşfetmeyi, yani onu oluşturmayı seçti. bugün iskender’i, caesar’ı ve steve jobs gibi insanları yaşatan şeylerden birisi de bence bu. gerçekten rakipleri yok ve yapmak istedikleri işleri gerçekten o işlere duydukları tutkular ile yaptılar. zamanları, sınırları, rakipleri ortadan kaldırdılar ve bizlere de fethedilmesi değil keşfedilmesi gereken bir dünya bıraktılar.